9 Temmuz 2019 Salı

Herkesin Şeyi



Zor ve uzun (ve uykusuz) bir gecenin ardından odayı paylaştığım iki arkadaşımdan birinin iki kişilik yatağında yatıyorum. Yanımda Cat Stevens’ın Wild World şarkısı çalarken kendimi David Foster Wallace sanıp deneme yazıyorum. Kötü olan şey ne biliyor musunuz? Kafalarımızda o yapmayı istediğimiz bir şey var ya, hani hiçbirimizin gerçekleştiremediği ama hayatta tek istediği şey olan şey. Beynimizin fonksiyonlarını durduran, bizi diğer hiçbir şeye odaklanmamamızı isteyen, hayalimiz olan ama bu hayali gerçekleştirene kadar hayatımızı işkence haline getiren şey. İşte o şeyden bende de var şu anda. Kafamda… kalbimde. Neremdeyse artık.

İnsanlarla konuşmakla ben o kafamdaki şeyi gerçekleştirmeye yaklaşabiliyorum. Ama bazen insanlarla konuşamıyorsunuz, bazen konuşmuyorsunuz, bazen de konuşuyorsunuz ama dinlemiyorlar. Belki de böyle buruk, kırık ve anlaşılmamış gitmek istemiyorum buralardan, bu dünyadan. Kafamdaki şeyi ne kadar düşünürsem aklıma bir o kadar Ahmed Arif geliyor. Leylim Leylim kitabında hayatının aşkına yazdığı mektuplar, aldığı garip karşılıklar. Hayatının aşkına dokunamıyor, sadece mektup yazıyor; aylarca, yıllarca, on yıllarca. Ahmed Arif bu kafasındaki şey için hayatını adıyor ve mesleği olan yazarlığıyla tutkusunu birleştiriyor. Hem yazıyor hem aşık oluyor, hem Leyla’sına yazıyor hem yazmaya aşık oluyor, hem Leyla’sına daha da bağlanıyor hem de kalemini güçlendiriyor. Mektup üstüne mektup, usanmadan yılmadan sadece o kafasındaki şey için uğraşıyor. Kimsesi yok yanında, yalanları bile ondan mahrum. Eğitimin insanı iyi bir insan yapmadığını da bilerek Ahmet Arif’in bu kadar iyi eğitilmiş, okumuş bir insan olarak kafasındaki şeyi nasıl bir saplantı haline getirdiğini düşünmeden edemiyorum. Hayatının aşkı olarak gördüğü Leyla Erbil’i rahatsız edecek şekilde bir dil de kullanmıyor, hatta Leyla Erbil neredeyse her mektubuna iyimserlik ve bir dost sevgisiyle karşılık da veriyor. Ama Arif devam ediyor. Şiirler, mektuplar, hayat adamaları, yazdıkları için hapse girmeler, hapishanede yazılan mektuplar… Mektupları okuyunca bir yazarın, bir adamın, bir insanın nasıl hayatta her anlamda söndüğünü görüyorum. Yirmi üç sene süren mektuplaşmalar sırasında 1950’lerin sonuna doğru hala Leyla’ya aşıkken yazdığı mektupların imzaları ‘Kulun-Kölen’ şeklinde bitiyor. Bazen ‘Sakın üzülme. Yalvarırım üzülme.’ şeklinde cümlelerle mektuplarını sonlandırırken 1977’de en son mektubunun sonlarına doğru eşinden ve çocuğundan bahsediyor. Bir adamın kafasındaki şeyden vazgeçmiş olduğunu sadece kelimelerinde görüyoruz.

Belki de saplantılı bir sapıktı, kadının peşini mektuplarla bırakmadı diyeceğiz.

Belki de masumane aşkını sonuna kadar devam ettirdi, ne kadar mektuplarla ve kâğıdın üzerine koyduğu kelimelerle olsa da diyeceğiz.

Belki de kafasındaki şey hiçbir zaman gerçekçi değildi diyeceğiz.

Ama ben şunu diyorum: Ahmed Arif bir konu hakkında çok haklıydı:

‘Amerika insanı çok değiştiriyor be Leyla.’