13 Temmuz 2016 Çarşamba

Hayvanını Seç

Neden Yengeç?



Bugünün filmi : The Lobster

Bu dünyada yalnız insanlar istenmemektedir ve görüldükleri yerde tutuklanarak tuhaf bir otele götürülmektedir. 45 günlük süre zarfında kendilerine bir eş bulamayanlar ise, bir hayvana dönüştürülerek ormana salınmaktadır. 


İlk önce şunu söyleyerek başlayayım : Evet, film garip. Ama filmin garip olması bundan tuhaf bir eğlence çıkartamayacağınız anlamına gelmiyor.




Eğer Yorgos Lanthimos'un önceki filmlerini takip etmişseniz (bknz. Dogtooth) hikayelerinin ne kadar karanlık olabileceğini görebilirsiniz. Lobster'da farklı değil; sizi ilk sahnesinden düşündürüyor ve ne kadar akıllı olduğunu hissettiriyor. Ve filmin en iyi başardığı şeylerden biri de böyle karanlık ve ciddi bir hikayeyi anlatırken aralara Coen kardeşler tarzı bir komedi katabilmesi. Bir önceki sahnede insanların böyle zulümce bir şeyi nasıl yapabileceğini kafanızda düşünürken, bu sahnede Colin Farrell'ın yürüyüşüne ve mimiklerine gülebiliyorsunuz. Farrell demişken...


Oyuncu kadrosu mükemmel. Cidden uzun zamandır her karaktere bu kadar uygun bir şekilde bürünen bir kadro görmemiştim. Rachel Weisz, Lea Seydoux, John C. Reilly ve Ben Whisaw. Karakterlerinin adları bile yokken ve bu kadar (bazen) gerçeküstü olaylar yaşasalar da, size o kadar içten ve gerçek gözüküyorlar ki film değil belgesel izliyormuşsunuz gibi geliyor. Ama üstünde durmak istediğim bir oyuncu var : Colin Farrell. Herkesin kafasındaki Amerikanvari oyunculuğunu(ne kadar İrlandalı olsa da) burada yansıtmıyor. Kilo alıp fiziğini değiştirmesi de yardımcı oluyor ama yürüyüşünden mimiklerine, konuşmasından gözlerine kadar gerçekten değiştiğini ve artık izlediğinizin Colin Farrell olmadığını hissettiriyor.

Ve aslında ne kadar garip ve karanlık ve bazen kanlı ve bazen komik olsa da; özünde bir aşk hikayesini anlatıyor. Sadece aşık oldukları yer, aşk yaşadıkları dünya garip. Onlar değil. Tamam onlar da biraz garip ama en azından ''tuhaf'' dünyalarında biraz da olsa gerçek olduklarını gösteriyorlar.


 Ben filmi çok beğendim. Oyunculuklar, yönetiliş, senaryo, hikayenin gidişatı... Ama maalesef herkesin beğenebileceği bir film değil. Yavaş tempolu, karakterlerin gelişmesi için biraz zaman harcanması gereken ve hikayenin gittiği yerleri tahmin bile edemeyeceğiniz kadar karanlık olduğu bir film. İzlemenizi tavsiye ederim ama herkesin ilk izleyişte beğeneceği bir film olmadığını da göz önünde bulundurun. O yüzden konu ilginç geldiyse hemen ''kesin'' izleyin AMA konuyu ilginç bulmadıysanız tam olarak size göre değil demektir, yani''boş vaktinizde izleyin.''


Sonraki yazımda : Bu senenin ''Coen filmi''
Bugünlük bu kadar.

12 Temmuz 2016 Salı

Rahatsız Edici Oyuncak Bebek Filmi

Lanetli Çocuk



Bugünün filmi : The Boy

Amerikalı genç bir kadın, İngiltere'nin kalabalık yerleşimlerinden uzak bir köyünde 8 yaşındaki bir erkek çocuğuna dadılık yapmayı kabul eder. Ancak bir sorun vardır, bakıcılık yapacağı çocuk gerçek boyutlarda bir porselen bebektir. 

Pozitif Tarafları


  • Çoğu düşük bütçeli korku filmlerinde olmasa da burada oyunculuklar kaliteli. Herkes rolüne bürünüyor ve tanıdık isimler de olmadıkları için ekrana bakınca oyuncuları değil karakterleri görebiliyorsunuz.

  • Bir korku filmine niye gidersiniz? Korkmak için. The Boy sizi korkutuyor ama germiyor maalesef(daha fazlası negatif taraflarında). Klişe düşük bütçeli modern korku filmlerinden alıştığımız ''jumpscare'' korku sahneleri yani Türkçe'ye çevirirsek ''ani bir sesle birlikte ekrana BÖÖ diye gelen şeyler'' sahnelerine rastlıyoruz. Ve artık çoğu filmden gördüğümüz için nerede ne zaman ne çıkacağını tahmin edebiliyoruz. Tahmin edilebilme demişken hemen negatif taraflarına geçelim...

Negatif Tarafları

  • Bana göre en negatif taraflarından biri filmin ne yapacağını size bu kadar hissettirmesiydi. Ben korkmak istiyorsam ''kız şimdi tabloya bakıyor birazdan kork... evet çıktı işte ani ses ve BÖÖ sesi tahmin etmiştim'' demek istemiyorum. Filmin size korku ya da gerilim filmi olarak sunduğu yeni-orijinal bir şey yok. 

  • Karakterlerin aksiyonları bir zamandan sonra zorunlu geliyor. Yani bu karakterin böyle salakça bir şey yapması lazım çünkü bunu yaparsa buradan 3 korku sahnesi daha çıkartabiliriz. Karakterlerin kendi aralarında ve bebekle iletişimleri bir süre sonra zorlanmış gözüküyor. Özellikle filmin ''sonuç'' bölümünde. Sonuç bölümü de demişken...

  • Şimdi burası biraz ''spoiler-ımsı'' olabilir o yüzden filmi izlemek istiyorsanız burayı okumak size kalmış. Film beni son 20 dakika kala bir karakterin hikayeye girmesiyle kaybetti. Oradan sonrası yokuş aşağıydı. Bir hikaye noktasını gözümüze soktular.(gerçek çocuğun aslında ölmemesi ve evin bakıcısı olarak aileye göz kulak olması) Filmin ilk 20 dakikasında sonu böyle çıkacak diye tahmin ettim ve film ilerleyince finalini düşündüm ve bu fikir kafama yattı. Tabii ya, çocuk aslında ölmemiş ama çok acı çekmiş. Bu yüzden anne-babasının delirmesini istiyor ve onların bu bebeğe bağlılıklarına izin veriyor. AMA sonu öyle çıkmıyor maalesef. Görsel ipuçları vererek bir şeye inanmamızı istiyorlar sonra ''yok öyle değil sonunda hikayenin geçmişiyle ilgili bilgi verip o kadar saçma bir finale zorlayacağız ki daha klişe bir film yapamayacaklar'' mentalitesine girip o ana kadar ki ''düzgün ama klişe'' diyebileceğim bir filmi ''saçma ve klişe'' kategorisine sokuyorlar.

Filmi izlemediyseniz sonucum şu : İzlemeyin, gerek yok. Daha güzel korku filmleri var. Ve hem korkup hem gülmek hem de sonunda bir sürpriz yaşamak istiyorsanız Housebound izleyin. Komedi ve korkuyu bu kadar güzel ve kaliteli bir şekilde harmanlayabilen nadir filmlerden.

                          


Yarın senenin başından, herkesin beğenmeyebileceği garip ''yengeç-vari'' bir bağımsız film.
Bugünlük bu kadar.

10 Temmuz 2016 Pazar

Aksiyon, Komedi ve Gizem

Yeni Komedi İkilisi

 Bugünün filmi : Nice Guys 


1970’ler Los Angeles’ında, şanslı ama sakar özel dedektif Holland March ve dikkatli araştırmacı Jackson Healy bir gizemi çözmek için bir araya gelir. Birlikte, herkesin aradığı ve önemli bir sırrı saklayan kayıp kızı bulmaları gerekmektedir. 

Filmde parlayan noktalara değinelim:


Bir Shane Black Filmi

Shane Black'ten aşina olduğumuz hızlı tempolu, akıcı senaryolu ve ilginç karakterlerin aralarındaki ilginç diyalogları bu filmde görüyoruz. Los Angeles'ta 70'lerin havasını çok güzel veriyor. Kostümlerden şarkılara, setlerden kullanılan ekipmanlara kadar o yılların içinde olduğunuzu hissediyorsunuz. Ve Shane Black'in en iyi yaptığı şeylerden biri de size karakterleri önemsettiriyor. Film bittiğinde bu karakterlerin hikayelerinin devamını hemen izlemek istiyorsunuz, onları umursuyorsunuz.

Ryan Gosling

Aklımıza kazınan ''pretty boy'' imajıyla izlediğimiz Ryan Gosling bu filmde herkesi şaşırtıyor. Çünkü yani herkes onu sadece yakışıklı bir adam olarak görüyor, aslında karizmatik olmasının yanında çok iyi bir oyuncu. Burada da komedik zamanlaması olsun, Rusell Crowe'la atışmaları, karşılıklı diyalogları olsun, sizi ekrana bağlıyor ve izlettiriyor.

Oyunculardan bahsediyorken filmde Ryan Gosling'in kızını oynayan 15 yaşındaki Angourie Rice'ı da tebrik etmeden geçersem olmaz. Bu kadar tecrübeli ve ne yaptığını bilen iki oyuncunun arasından bu kadar sıyrılması ve orada bulunduğunu hissettirmesi daha büyük şeyleri de başaracağının göstergesi bence.

Herkes ama herkes ''daha çok orijinal film olsun, büyük bütçeli bombastik filmlerden sıkıldık, yeni şeyler görelim'' diyor. Bunların içinde ben de varım. Tamam bunu diyelim AMA karşımıza da böyle orijinal, komik, eğlenceli bir film çıkınca da lütfen sinemaya gidip izleyelim, para kazandıralım. Böyle filmleri vizyondayken izlemezsek böyle filmlerin devamı çekilmez. Shane Black'in önceki filmi de (Kiss Kiss Bang Bang) çok güzel olmasına rağmen kimse izlemediği için duyulmadı ve finansal bir hayal kırıklığı olarak kaldı. 

Nice Guys'a sinemada gittiğimde de ben ve arkadaşım dışında sadece 3 kişi vardı. Eğer gelecekte de böyle filmler izlemek istiyorsanız vizyondayken gidin ve herkese yayın ki onlar da gitsin.


Yarın senenin başından bir korku filmi. 
Bugünlük bu kadar.