28 Ocak 2017 Cumartesi

Google Translate Kadar Olamadık...

Neden Buradalar?

Bugünün filmi : Arrival


ABD dahil dünyada 12 farklı ülkeye gizemli uzay araçları inmiştir. İçine girip, uzaylılarla anlaşıp barışı sağlayacak tek insan ise dilbilimci Louise Banks'tir. Uzaylıları çözüp, dünya barışını tekrar kazandırmaya çalışırken kendini de yeniden keşfedecektir.

Arrival, şu an içinde bulunduğumuz 2000'li yılların - District 9 ile beraber - en orijinal bilim-kurgu filmi. Bu kadar basit.

Ve dışarıdan baktığımızda aslında böyle bir filmin iki büyük dezavantajı olduğunu görüyoruz:

1 - Sci-Fi : Ne zaman yeni bir bilim-kurgu filmi çıksa (ki o kadar sık olmuyor) hepimiz bir önyargıyla yaklaşıyoruz. ''Aman, sanki yeni Star Wars olacak.'' şeklinde kurduğumuz cümleler bilim-kurgu türünün şu anda ne kadar zayıf ve klişe olduğunu gösteriyor. Her bilim-kurgu filminin ''yeni Star Wars'' olmasına gerek yok, olamaz da zaten. Bizim ihtiyacımız olan akıllı, akıcı ve orijinal kurgusal bir hikaye.


2 - Dünyayı işgal etme : 90'ların başında özel efekt teknolojisinin radikal bir şekilde yapılanması ve gelişmesiyle beraber ''uzaylı işgali'' ya da ''bombayı durdurmazsak dünyayı patlatacaklar'' tarzında filmler yaygınlaştı. (Bkz. Independence Day, Signs, War of the Worlds, Battleship, vs.)
Böyle büyük bütçeli, özel efekt ağırlıklı ve hikaye/karakter/zeka kıtlığı çeken filmler çoğaldıkça izleyen ne yaptı? İzlememeye başladı. Bu yüzden de insanlar ''bilim-kurgu türü hep aynı şeyler çıkartıyor.'' mentalitesini benimsemeye başladılar. 
Arada sırada görmediğimiz bir hikaye ekrandan fırlıyor.(Ex Machina ve Edge of Tomorrow) fakat yine baktığımız zaman görüyoruz ki: Edge of Tomorrow da orijinal bir fikir değil, kitap uyarlaması. Arrival da öyle. Çünkü Hollywood'da Christopher Nolan değilseniz orijinal bir bilim-kurgu fikrini filme dönüştürmeniz imkansıza yakın. Ancak fikri nereden aldığınız izleyenleri ilgilendirmiyor; elinizdeki materyalin orijinal olması, akıllıca yazılması, düzgün bir şekilde seyircilere yansıtılması önemli olan.
Şahsen, Arrival'a bir ''uzaylı filmi'' de demezdim. Arrival bunun çok daha üstünde. Çünkü bu tarz filmleri sevmeyenleri bile kendine çekebilecek bir film. İlk başta: bu bir bilim-kurgu filmi değil. Evet*, bilim-kurgu ögeleri var, evet, uzaylılar var AMA film, kendi özünde aslında bir dram. Ve de ağır bir dram hikayesi. Etkileyici. Bu yüzden bilim-kurgu tür hikaye sevmeyenlere kendini izlettirip, hayranlarına da akıllıca bir film sunuyor. 
*Filmin olay örgüsünü ve hikaye noktalarını olabildiğince kısıtlı tutmaya çalıştım çünkü film izledikçe kendini size açıyor.

Arrival, çok net bir şekilde yapılmış bir film. Bundan kastım şu : Her kamera hareketi, oyuncuların yüzlerindeki her mimik, her sahnenin kesiliş yeri, nasıl Oscar adaylığı alamadığını anlayamadığım müziğin inceliği, vuruculuğu, yeri geldiğinde kesilmesi, sahneye etkisi ve bu sahnelerin akıcılığı...filmdeki her küçük detay istenildiği gibi olmuş ve bunu da size hissettiriyor. Mükemmelliyetçilik üzerine yatırılmış bir film. Böyle ağır bir görevi de ancak yönetmen Dennis Villeneuve üstlenebilirdi. Her sene bir öncekinden de şahane filmler çıkartan Villeneuve, çok sevdiğim Enemy, koltuğumun ucunda izlediğim Sicario'dan sonra da Arrival ile yine tahta oturuyor. Ve şaşırılacak bir şekilde yönetmenlik dalında ilk Oscar adaylığını alıyor.

Hiçbir oyuncu diğerinin üstüne çıkmıyor. Amy Adams başrolü oynasa da (birazdan ona da değineceğim) aktörler size bunun bir film olduğunu hissettirmiyor. Kendilerini göstermeye, ''tribünlere oynamaya'' çalışmıyor.
Amy Adams'a gelirsek; kariyerinin en iyi performanslarından birini veriyor. Ama yine dediğim gibi ''oynamıyor.'' Performansındaki nüanslarla (evet, böyle kelimeler de biliyorum) filmin gerçekçiliğine ekliyor.

Sonuç : Arrival, yılın en sevdiğim filmi olup; yıllardır tekrar ettiğim ''keşke güzel bir bilim-kurgu filmi olsak da izlesek'' cümlesinin karşılığını veriyor.



Bugünlük bu kadar.